Uçmak çok fazla enerji gerektiren bir işlemdir. Bu da kuşların metabolizmalarının diğer canlılara göre daha hızlı çalışmasını gerektirir. Canlıların vücut sıcaklıklarına bakarak metabolizma faaliyetlerinin genel durumu tahmin edilebilir. Mesela serçelerin vücut sıcaklıkları 42 derece gibi diğer pek çok canlı için ölümcül olabilecek bir yüksekliktedir. Başka canlılar için ölüme neden olacak sıcaklıklar kuşlar için oldukça normal ölçülerdir.
Ayrıca kuşların sindirim, dolaşım ve solunum sistemleri de uçmaları için gerekli olan yüksek enerji tüketimine uygun olacak şekilde ayarlanmıştır. Kuşların uçabilmeleri için mutlaka gerekli olan kanatlar da özel olarak tasarlanmıştır. Kanatlar, enerjiyi en verimli kullanacak şekilde dizayn edilmiş olan yüzlerce tüyden oluşur. Kuşlar bu tüyler sayesinde uçarlar. Bir tüyü elimize alıp incelediğimizde çok detaylı bir yapı görürüz.
Her kuşun kanadı, kuşun ağırlığına ve gövdesinin şekline göre onu havaya kaldırabilecek bir yapıya sahiptir. Ayrıca kanatlar kuşun havadaki ve yerdeki dengesini sağlayacak, manevra kabiliyetini engellemeyecek şekilde dizayn edilmişlerdir. Kuşların kanat ve kuyruk tüyleri de hafiftir, esnek ve birbirleriyle orantılı bir yapıdadır. Yani uçuş için gerekli olan aerodinamik yapı tam anlamıyla mükemmel bir şekilde sağlanmıştır.
Evrimcilerse, kuşların da bir şekilde evrimleşmiş olmaları gerektiğine inandıkları için, bu canlıların sürüngenlerden geldiklerini iddia ederler.
Oysa, kara canlılarından tamamen farklı bir yapıya sahip olan kuşların hiçbir vücut mekanizması kademeli evrim modeli ile açıklanabilir durumda değildir. Her şeyden önce kuşu kuş yapan en önemli özellik, yani kanatlar, evrim için çok büyük bir çıkmazdır. Türk evrimcilerden Engin Korur, kanatların evrimleşmesinin imkansızlığını şöyle itiraf eder:
“Gözlerin ve kanatların ortak özelliği ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl oluştuğu doğanın henüz iyi aydınlanmamış sırlarından birisi olarak kalmıştır.”1
Görüldüğü gibi, kanatların bu kusursuz yapısının nasıl olup da birbirini izleyen tesadüfi mutasyonlar sonucunda meydana geldiği sorusu tümüyle cevapsızdır. Bir sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen bir bozulma (mutasyon) sonucunda nasıl kusursuz bir kanada dönüşeceği asla açıklanamamaktadır.
Ayrıca, bir kara canlısının kuşlara dönüşebilmesi için sadece kanatlarının olması da yeterli değildir. Kara canlısı, kuşların uçmak için kullandıkları diğer birçok yapısal mekanizmadan yoksundur.
Öncelikle kuşların uçmalarının kolaylaşması için vücut ağırlıklarının minimum olması gereklidir. Bu yüzden, kemiklerinin içleri boştur ve vücutlarında ağırlığı azaltıcı hava kesecikleri vardır. Ayrıca kuşların büyük çoğunluğunda yumurtalıklardan biri daha küçüktür.
Kuşlarda vücut ağırlığının azaltılabilmesi için gereken önlemler maksimum düzeyde alınmıştır. Sürüngenlerse enerjilerinin çoğunu karada vücutlarını taşıyabilmek için kullanırlar. Vücut ağırlığını azaltıcı hiçbir fonksiyona da sahip değildirler.
Uçmak çok fazla enerji gerektirdiği için kuşlar daha fazla oksijene ihtiyaç duyarlar. Sürüngenler ise soğukkanlı canlılardır, oksijen ihtiyaçları normaldir. Bu nedenle kuşlarla sürüngenlerin solunum sistemleri birbirlerinden tamamen farklı yapıdadır. Bu iki solunum sisteminin birbirine evrimleşebilmesi gibi birşey söz konusu bile değildir.
Uçuş sırasında vücutta bir dengenin de kurulması gerekir. Bu dengenin sağlanması için kuşların başı son derece hafiftir. Diş, çene kası, göz kası, kulak kepçesi gibi parçalar kafaya eklenmemiştir. Bu da kafanın ağırlığını oldukça azaltır. Eğer kuşun kafası ağır olsaydı uçuş sırasında öne doğru eğikleşecek ve bu da uçuşu zorlaştıracaktı.
Bu sayılan özelliklerin hiçbirine sürüngenler; mesela yılanlar, kertenkeleler sahip değildirler. Bir sürüngenle bir kuşun kafası karşılaştırıldığında, aradaki keskin fark daha da netleşir.
Peki tüm bu açık gerçeklere rağmen evrimcilerin uçuş konusundaki iddiaları nedir? Ve konuya nasıl bir açıklama getirirler?
Evrimcilerin kuşların ortaya çıkışı, yani canlıların karadan havaya geçişi konusundaki ilk teorilerine göre; kuşların ataları yani sürüngenler, ağaçlar arasında daldan dala atlarken zaman içinde “kanatlanmış”lardır. Daldan dala atlarken pullar birdenbire tamamen farklı bir yapı olan tüylere dönüşmüştür. Daldan atlayan bir sürüngenin başına neler geleceğini herkes tahmin edebilir; ya düşüp bir yerini sakatlayacaktır ya da ölecektir. Ama evrimciler buna bilimsel bir isim takarak teori haline getirmişlerdir: Arboreal Teori.
Evrimcilerin, dinozorların kuşlara dönüştüğünü iddia ederken öne sürdükleri ikinci teorileri de Cursorial Teoridir. Sinek avlamak için ön ayaklarını birbirine çırpan bazı dinozorların “kanatlanıp havalandıklarını” da öne sürerler. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, sadece hayalgücünün bir ürünü olan bu teori, aynı zamanda çok basit bir mantık çelişkisi de içermektedir. Çünkü evrimcilerin burada uçuşun kökenini açıklamak için gösterdiği örnek, yani sinek, zaten mükemmel bir uçma yeteneğine sahiptir.
İnsan saniyede 10 kere bile kolunu açıp kapayamazken, ortalama bir sinek, saniyede 500 kez kanat çırpma yeteneğine sahiptir. Üstelik her iki kanadını aynı anda ve eşzamanlı olarak çırpar. Eğer kanatların titreşimi arasında en ufak bir uyumsuzluk olsa sinek dengesini yitirecektir, ama hiçbir zaman böyle bir uyumsuzluk olmaz. Evrimciler ise sineğin bu mükemmel uçuş yeteneğinin nasıl ortaya çıktığını açıklamaları gerekirken, sineği çok daha hantal bir varlığın yani sürüngenin uçuşunun nedeni olarak gösteren hayali senaryolar üretmektedirler.
Ama dikkat edilirse bir sineğin nasıl uçtuğuna dair detaylara kesinlikle girmek istemezler. Böyle bir konuyu açmazlar dahi. Çünkü konuyu hiçbir şekilde açıklayamayacaklarının onlar da farkındadırlar. Sineği incelediklerinde sonucun Allah’ın varlığını tasdik etmeye varacağını bildikleri için konuyu düşünmeye bile yanaşmazlar.
Bu iki teorinin tamamen geçersiz ve mantıksız olduğuna dair evrimcilerin kendilerine ait sayısız ifadeleri de mevcuttur. Bunlardan biri Cursorial teoriyi ortaya atan Yale Üniversitesi Jeoloji Kürsüsü’nden evrimci profesör John Ostrom’dur:
“Archaeopteryx ve modern kuşların anatomisi gözönüne alındığında, Archaeopteryx ile sonuçlanan benim “Cursorial predator” senaryom kesinlikle spekülatiftir. Fakat “Arboreal Teori” de aynı şekilde spekülatiftir.”2
Görüldüğü gibi evrimciler bu konuda sadece spekülasyon yapabildiklerini kendi ifadeleriyle de kabul ederler. Evrimcilerin bilimsellikten uzak ve hayal ürünü izahları hiçbir şekilde kuşların ortaya çıkışını açıklayamamaktadır. Bu konuda hiçbir ciddi delilleri de yoktur.
Evrimcilerin iddia ettiği gibi, kuşlar zamanla sürüngenlere dönüşmüş olsalardı, bu durumda sayısız ara türün oluşması gerekirdi. Örneğin sürüngen özelliklerini hala taşımasına rağmen, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkardı. İşte evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali yaratıklara “ara geçiş formu” adını verirler.
Bu noktada bir soru daha akla gelir: Bu akıl dışı hikayeyi doğrulaması gereken çok sayıda “tek kanatlı” veya “yarım kanatlı” kuş ya da sürüngen fosili neden hala bulunamamaktadır? Evet, evrimcilerin iddiasını kanıtlayacak tek bir fosil kaydına dahi rastlamak mümkün değildir.
Evrimciler on yıllardır Archæopteryx’i kuşların evrimi senaryosunun en büyük delili olarak gösterirken, son dönemlerde bulunan bazı fosiller bu senaryonun geçersizliğini başka yönlerden ortaya koydular.
1995 yılında Çin’de Omurgalılar Paleontolojisi Enstitüsü’nde araştırmalar yapan Lianhai Hou ve Zhonghe Zhou adlı iki paleontolog, Confuciusornis olarak isimlendirdikleri yeni bir fosil kuş keşfettiler. Archæopteryx ile aynı yaştaki (yaklaşık 140 milyon yıllık) bu kuşun dişleri yoktu, gagası ve tüyleri ise günümüz kuşlarıyla aynı özellikleri göstermekteydi. İskelet yapısı da modern kuşlarla aynı olan bu kuşun kanatlarında, Archæopteryx’te olduğu gibi pençeler vardı. Kuyruk tüylerine destek olan “pygostyle” isimli yapı bu kuşta da görülüyordu. Kısacası, evrimciler tarafından tüm kuşların en eski atası sayılan ve yarı-sürüngen kabul edilen Archæopteryx’le aynı yaşta olan bu canlı, günümüz kuşlarına çok benziyordu. Bu gerçek, Archæopteryx’in bütün kuşların ilkel atası olduğu yönündeki evrimci tezleri de çürütüyordu doğal olarak.3
Çin’de Kasım 1996’da bulunan bir başka fosil, ortalığı daha da karıştırdı. 130 milyon yıl yaşındaki Liaoningornis isimli bu kuşun varlığı Hou, Martin ve Alan Feduccia tarafından Science dergisinde yayınlanan bir makaleyle duyuruldu. Liaoningornis, günümüz kuşlarında bulunan uçuş kaslarının tutunduğu göğüs kemiğine sahipti. Diğer yönleriyle de bu canlı günümüz kuşlarından farksızdı. Tek farkı, ağzında dişlerinin olmasıydı. Bu durum, dişli kuşların, hiç de evrimcilerin iddia ettiği gibi ilkel bir yapıya sahip olmadıklarını gösteriyordu.4 Nitekim Alan Feduccia, Discover dergisinde yayınlanan yorumunda, Liaoningornis’in, kuşların kökeninin dinozorlar olduğu iddiasını geçersiz kıldığını belirtmişti.5
Archæopteryx’le ilgili evrimci iddiaları çürüten bir başka fosil ise Eoalulavis oldu. Archæopteryx’ten 30 milyon yıl daha genç yani 120 milyon yıl yaşında olduğu söylenen Eoalulavis’in kanat yapısının aynısı, günümüzde yavaş bir şekilde uçan kuşlarda görülüyordu. Bu da 120 milyon yıl önce, günümüzdeki kuşlardan birçok yönden farksız canlıların göklerde uçmakta olduklarını ispatlıyordu.6
Bu bilgilerin ışığında Archæopteryx veya ona benzeyen diğer kuşların birer ara geçiş formu olmadıkları kesin bir biçimde ispatlanmış oldu. Fosiller, farklı kuş türlerinin birbirlerinden evrimleştiklerini göstermiyorlardı. Aksine, günümüz kuşlarının ve Archæopteryx benzeri bazı özgün kuş türlerinin beraberce yaşadıklarını ispatlıyorlardı. Bir zamanlar birlikte yaşayan bu kuşların bazılarının, örneğin Confuciusornis veya Archæopteryx’in soyları tükenmiş, günümüze ancak az sayıdaki kuş gelebilmişti.
Kısacası Archæopteryx’in birtakım özgün özellikleri, bu canlının bir “ara form” olduğunu göstermemektedir. Nitekim bugün evrim teorisinin dünyaca ünlü savunucularından Harvard paleontologları Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge de, Archæopteryx’in farklı özellikleri bünyesinde barındıran bir “mozayik” canlı olduğu, ama asla bir ara form sayılamayacağını kabul etmektedirler.7
Ayrıca evrimciler; mikroskop altında incelendiğinde tüyle pul arasında hiçbir fark olmadığını; sadece tüyün, pulun gelişmiş şekli olduğunun görüleceğini iddia ederler. Pul ve tüyün yapıları, evrimcilerin iddialarının aksine birbirlerinden tamamen farklıdır. Mesela, embriyo içerisindeki gelişmelerine bakıldığında, pul ve tüyün büyüme mekanizmalarının tamamen farklı olduğu görülür. Kimyasal yapıları karşılaştırıldığında ise, tüylerin “keratin” denen kimyasal bir maddeden oluştuğu görülür. Tüylerse asıl olarak “folikül” denilen yapılardan gelişirler. Deriden dışarıya uzayan saçlar gibi, tüyler de bulundukları deriden dışarıya doğru uzarlar. Bunlar sadece iki örnektir. Bunlarda ve burada değinmediğimiz tüm detaylarda tüylerin ve pulların birbirleriyle hiçbir benzerliği olmayan, farklı iki yapı olduğu çok net görülmektedir. Birbirlerinden evrimleşmelerinin kesinlikle mümkün olmadığı da açıktır. Peki evrimciler bu farklar konusunda ne düşünmektedirler?
Tüylerdeki kusursuz tasarım, Charles Darwin’i de çok düşündürmüş, hatta tavus kuşu tüylerindeki kusursuz yapı ve estetik kendi ifadesiyle Darwin’i “hasta etmiş”tir. Darwin, arkadaşı Asa Gray’e yazdığı 3 Nisan 1860 tarihli bir mektupta “gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım” dedikten sonra şöyle devam ediyordu:
“Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavus kuşunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor.”8
Kuş tüylerinin yapılarıyla ilgili olarak baştan beri anlatılanlar dikkate alındığında, Darwin’in neden hasta olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Görüldüğü gibi yalnızca bir tek kuş tüyü dahi Allah’ın varlığını ve yaratılış gerçeğini ispatlamaya yetmektedir.
Mükemmel tasarımlarının yanısıra yeryüzündeki birbirinden renkli ve farklı desenli kuş tüyleri, canlıların tesadüfen oluştuklarını iddia edenlerin teorilerine çok büyük bir darbe vurmaktadır.
- Engin Korur, “Gözlerin ve Kanatların Sırrı”, Bilim ve Teknik, Ekim 1984, sayı 203, s.25
- John Ostrom, “Bird Flight: How Did It Begin?”, American Scientist, Ocak Şubat 1979, sayı 67, s.47
- Pat Shipman, “Birds Do It… Did Dinosaurs?”, New Scientist, 1 Şubat 1997, s.31
- “Old Bird”, Discover, 21 Mart 1997
- “Old Bird”, Discover, 21 Mart 1997
- Pat Shipman, “Birds Do It… Did Dinosaurs?”, sf.28
- S.j.Gould-N.Eldredge, Paleobiology, vol 3, 1977, s.147
- Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Boston, Gambit, 1971, s.101