Sabah uyanınca ilk işiniz elinizi yüzünüzü yıkamak için banyoya gitmek oldu. Elinizi musluğa uzattınız ve yüzünüzü yıkamaya başladınız. Ama musluktan akan motor yağı kıvamında simsiyah bir suydu ve yüzünüzden akıp gitmedi, adeta yapıştı. Sonra giyinmek için elinizi dolabınızın çekmecesine uzattınız. Ama garip bir şey daha oldu; gözlerinizle elinizin çekmeceye değdiğini gördüğünüz halde parmak uçlarınız bunu hissetmemişti. Çünkü sinir sisteminizin çalışmasında bir farklılık vardı ve siz parmaklarınızdaki hislerden yoksun kalmıştınız. Havanın durumuna bakmak için pencerenin yanına gidip perdeyi araladığınızda ise hiçbir şey göremediniz. Cam sanki kalın bir perde gibiydi, o herkesin bildiği saydamlığını yitirmişti…
Bir sabah uyandığında yukarıdaki gibi olaylar ile karşılaşan bir kişinin dünyadaki düzeni olağan bulması ve bu konuda düşünmemesi mümkün değildir.
Her yeni günde tüm olaylar aynı kurallar ve etkileşimler içinde gerçekleşir. Örneğin musluktan akan su ile rahatlıkla elimizi yüzümüzü yıkarız. Su ideal bir çözücülüğe sahip olduğundan kirleri yerinden söküp götürür. Ayrıca suyun akışkanlığı da ideal bir orandadır. Eğer kıvamı bal gibi olsaydı, ne borularda akabilir ne de temizlik işlerinde kullanılabilirdi. Suyun kimyasal bileşiminde zehirleyici ya da insan bünyesindeki dengeleri bozucu bir özellik de yoktur. Bunlar su ile ilgili sayısız detaydan yalnızca birkaçıdır. Birçok insanın normal karşıladığı bu özellikler evrendeki kusursuz tasarımın örneklerindendir. Evreni Allah yaratmıştır, Allah yaptığı her şeyi kusursuzca yaratan, üstün güç sahibi olandır.
Evrenin Her Noktasında Kendini Gösteren Akıl
Bugün bilimsel alanda yapılan tüm araştırmalar ve incelemeler içinde yaşadığımız evrenin rasyonel bir yapı ile kaplı olduğunu ortaya koymaktadır. Rasyonel, anlam itibariyle akla dayanan, ölçülü, hesaplı demektir. Suyun akışkanlığından, sinir sistemine kadar farkında olduğumuz ya da olmadığımız tüm ideal özellikler hep evrenin rasyonellik özelliğinden kaynaklanır.
Evrenimizin bugünkü halini açıklayabilmek için bilim tarafından şart koşulan rasyonellik hakkında Einstein şöyle demiştir:
“Bu alandaki (bilim) başarılı gelişmelerin yoğun deneyimini yaşamış olan herkes, mevcudiyette açığa çıkartılan rasyonellik karşısında derin bir huşu içerisindedir… Mevcudiyette vücut bulan aklın ihtişamı.”[1]
Gerald L. Schroeder dünyanın önde gelen üniversitelerinden Massachussets of Technology’de ‘moleküler biyoloji’ ve ‘kuantum fiziği’ alanlarında doktorasını yapmış saygın bir bilim adamıdır. Time, Newsweek ve Scientific American gibi prestijli dergilerde bilim yazarlığı yapmaktadır. Schroeder hala devam ettirdiği bilimsel çalışmalarının ardından vardığı sonucu “Tanrı’nın Saklı Yüzü” adlı kitabında şöyle açıklamaktadır:
“Fiziksel dünya, mucizevi olgularla dolu bir birlik fenomenidir. Evrendeki milyarlarca galaksi arasında dağılmış olan trilyonlarca yıldızı yöneten, 15 milyar ışık yılı uzaklığa kadar uzanan aynı yasalar, 0,0001 santimetrelik bir hücre içerisindeki kimyasal reaksiyonları da yönetmektedir. Organik hücrenin 10-5 metrelik alanından evrenin 1026 metrelik alanına kadar, 10-26 kilogramlık atom kütlesinden, 1030 kilogramlık Güneş kütlesine kadar, aynı yasalar. Ama neden? Evren neden böylesine idrak edilebilir ve tutarlıdır? Buna bilim tek başına cevap veremez. Muhtemelen bizler, fiziksel olanın içerisinde tutulan metafiziğe dair ip uçlarıyla karşılaşmaktayız.”[2]
Schroeder’in bu görüşü Einstein’ın “mevcudiyette vücut bulduğunu düşündüğü akıl” ile aynıdır:
“Fizikçilerin günümüzde ulaştığı son nokta bize çok açık bir ders vermektedir: Daha derin bir inceleme sonucunda, yüzeysel olarak bakıldığında çeşitlilik olarak görünen şeyin aslında ‘Bir’lik olduğunu anlarız.
Ebedi ve ezeli olan Bir’dir dendiğinde bunun ardından iki, üç ve dördün geldiği ‘Bir’ sanmayın. Burada bundan çok daha derinlikli bir şeyden bahsedilmektedir. Burada bahsi geçen birlik, fiziksel olan tarafından idrak edilen sonsuz metafiziksel gerçekliktir, tamamen kapsayıcı ve evrensel olan ‘Bir’liktir.”[3]
Evrenin her noktasında kendini gösteren akıl, sonsuz ilim sahibi olan Allah’ındır.
Stanford Üni. Popülasyon Biyolojisi alanında doktora yapan ve Florida Üniversitesi Zooloji profesörlüğü ve Bölüm Başkanlığı görevini yürüten Prof. Thomas C. Emmel ise bu konuda şunları söylemiştir:
“…Mevcut Big Bang teorisini şimdiye kadar yapılmış en iyi izahat olarak görüyorum. Yaratıcı süreç pekala devam etmekte. …bence Allah’ın varlığı, bizi çevreleyen engin evren üzerine yaptığımız çalışmalarda açıkça ortaya çıkıyor.”[4]
Sebep – Sonuç İlişkisi Evreni Açıklamakta Yetersiz Kalıyor
Birçok bilim adamı doğadaki fizik yasalarının ve canlıların gelişiminin sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde cereyan ettiğini düşünür. Hatta bunun, doğal bir olayın açıklamasının bilimsel olarak değer kazanabilmesi için şart olduğunu bile ileri sürerler. Ancak bunu iddia edenler bir açmazla karşı karşıyadırlar. Şu ifade kesin bir çelişkiyi barındırır:
“Elbette bazı şeyler (bilimsel olgular) aslında bir sebebe dayanır ama herşey, bir sebebe dayanmayan şeyler de dahil olmak üzere, bir sebep olmadan da var olabilir.”[5]
Burada kast edilen şey şöyle örneklendirilebilir: Yağmurun nedeni bulutlardır, bulutların nedeni atmosferik olaylar, atmosferin nedeni ise Dünya’nın yapısıdır. Peki Dünya’nın yapısının nedeni nedir? İşte burası herşeyi sebep–sonuç ilişkisine bağlayan zihniyetin iflas ettiği noktadır.
Bugün bilimi sebep-sonuç ilişkisi üzerine kurmaya çalışanlar büyük bir telaş ve sıkıntı yaşıyor. Bu sıkıntının nedeni evrenin başlangıcı olan olaydır: Büyük Patlama ya da orijinal adıyla Big Bang. Astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. Büyük Patlama, tüm evrenin tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır.
Canlılığı ve diğer fiziksel varlıkları sebep-sonuç ilişkisi ile açıklama “maddenin zaman içinde birbiriyle etkileşimi” temeline dayanır. Ancak maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı bir an vardır. Bu anı maddi bir sebeple açıklamak da imkansızdır.
Yale Üniversitesi Fizik ve Doğa Felsefesi profesörü Henry Margenau doğa kanunlarının tesadüflerle açıklanamayacağını şöyle ifade etmiştir:
“Şuna hiç şüphe yok ki, doğa kanunları tesadüfler ya da kazalar sonucu ortaya çıkmış olamaz. O halde doğanın sayısız yasalarının ortaya çıkışına dair sorulacak cevap ne olmalıdır? Doğa kanunlarının evrensel geçerliliğine uygun olan tek bir cevap biliyorum: Doğa kanunlarını Allah yaratmıştır. Allah herşeyi bilen, herşeye gücü yetendir.”[6]
Oxford Üniversitesinde Tabii Bilimler Doktorası yapmış ve 1973 yılında Nobel Tıp Ödülünü kazanmış olan nörofizyolog Sir John Eccles ise hayatın ancak kusursuz bir yaratılışın sonucu olduğunu söyler:
“Eğer her şeyde bir amaç ve tasarımın hâkim olduğuna inanmazsanız o zaman her şeyin sadece tesadüf ve gereklilikten ibaret olduğunu öne sürebilirsiniz. Ama var oluşunuzu açıklamak için tesadüf ve gerekliliğe bağlı kalmak aptalca bir şeydir. Bütün hayat ve elbette bütün insanlar kusursuz bir yaratılış planının parçasıdırlar.”[7]
Bir kısım insanların -ki bunlara bazı bilim adamları da dâhildir- sebep-sonuç etkileşiminde bu kadar ısrarcı olmalarının nedeni, her şeyi, maddi dünyayı, kendi içinde açıklayabilme arzusudur. Materyalizm olarak adlandırılan bu akıma göre; evren sonsuz boyuttadır. Sonsuzdan beri vardır ve sonsuza kadar da var olacaktır. Bu sonsuzluk içinde en karmaşık olaylar dahi rastlantısal gelişmelerin sonucu olabilir. Sonuç olarak bir materyalist için her şeyin Yaratıcısı olan Allah’a inanmak söz konusu değildir. Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, 20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji ile kökünden yıkılmıştır. Bilim adına ortaya çıkan materyalist iddia, yine bilim tarafından ortadan kaldırılmıştır. Maddenin sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı iddiası artık bir dogmadır (dogma; doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temelidir).
1978 Nobel Fizik Ödülü’nü alan Dr. Arno Penzias materyalizmin bilimsel bir gerçek değil, ancak inanç olabileceğini şöyle açıklar:
“Bugünün dogması ise maddenin ezeli ve ebedi olduğu yönündedir. Bu dogma, evrenin yaratılmış olduğuna işaret eden gözleme dayalı kanıtların, astronominin bugüne kadar ürettiği gözlemlenebilir verilerin hepsinin evrenin yaratıldığı iddiasını desteklediği gerçeğine rağmen, kabul etmek istemeyen insanların (bunlara fizikçilerin çoğunluğu da dâhildir) içgüdüsel inançlarına dayanmaktadır.”[8]
Evrenin başından beri bir plana göre işlediğini ise Penzias şöyle anlatır:
“Astronomi bizi benzersiz bir olaya ulaştırır; hiçlikten yaratılmış olan, hayatın oluşabilmesi için sağlanması gereken koşullara en uygun, hassas bir dengeye ve kendisine temel oluşturan bir plana (buna ‘doğaüstü’ de denebilir) sahip olan bir evren.”[9]
Bilim çevreleri de artık evrenin ‘insan merkezcil bir amaç’ (Homo-centrici Teleologism) taşıdığını düşünmeye başlamıştır. Buna göre evren, boş yere var olmamıştır; bir amacı vardır. Evrendeki tüm fiziksel dengeler insan yaşamı için çok hassas bir biçimde ayarlanmıştır. Evrendeki her ayrıntı, insan yaşamını gözeten bir amaçla tasarlanmıştır.
[1] Albert Einstein, Ideas and Opinions, Wings Book, New York, s.49.
[2] Gerald L. Schroeder, Tanrı’nın Saklı Yüzü, Gelenek Yayıncılık, Nisan 2003, İstanbul, ss.44-45
[3] Gerald L. Schroeder, Tanrı’nın Saklı Yüzü, Gelenek Yayıncılık, Nisan 2003, İstanbul, s.43, s.23
[4] Henry Margenau & Roy A. Varghese, Cosmos. Bios, Theos, Open Court Publishing Company, Illinois,Mayıs1992
[5] T. D. Sullivan, “Comming to be Without a Cause”, Philosophy, s.176-177.
[6] Henry Margenau & Roy A. Varghese, Cosmos. Bios, Theos, Open Court Publishing Company, Illinois,Mayıs1992
[7] Henry Margenau & Roy A. Varghese, Cosmos. Bios, Theos, Open Court Publishing Company, Illinois,Mayıs1992
[8] Henry Morgentau & Roy Abraham Varghese, Kosmos Bios Teos, Gelenek Yayıncılık, Ekim 2002, İstanbul, s.101.[9] Henry Morgentau & Roy Abraham Varghese, Kosmos Bios Teos, Gelenek Yayıncılık, Ekim 2002, İstanbul, s.105.